3 Nisan 2018 Salı

Dini Hatırlatmalar Ne Kadar İşe Yarar?

Image result for religion economics
Duke Üniversitesi ekonomi hocalarından ve ABD’de en çok satanlar listesinde uzun süre kalan Predictably Irrational (Akıldışı ama Öngörülebilir) gibi birçok davranışsal iktisat kitabının yazarı olan
Dan Ariely’nin deneylerinden bir tanesi de hileli davranışlar üzerinedir (Mazar, Amir, & Ariely, 2011). MIT öğrencileriyle yapılan bu deneyde, hocalar kontrol grubundaki öğrencilere sordukları basit birkaç matematik sorusundan kaç tanesini doğru cevapladıklarına baktılar: Ortalama 3,1 idi. Sonra iki grup öğrenciyi kullanarak akıllarındaki soruyu yanıtlamaya çalıştılar: Acaba dini hatırlatmalar insanları hile yapmaktan alıkoyuyor muydu? Bu soruyu cevaplamak için testte küçük bir değişiklik yaptılar. Birinci gruptan teste başlamadan önce ilk soru olarak ilkokuldan hatırladıkları 10 tane kitabın adını yazmalarını istenirken, ikinci gruptan ise İncil (veya Tevrat’taki) On Emir’i yazmalarını istendi. Testte ise her iki gruba bir kısım matematik soruları sorulmuş ve kaç tane soruyu doğru cevapladıkları kendilerine sorulmuş ve öğrencilere doğru cevapladıkları soru başına 10$ verilmiştir. Dolayısıyla öğrencilerin yalan söyleyip daha fazla para almalarına fırsat verilmiştir. Ariely, deneyin sonucunu şöyle açılıyor: On Emir’i hatırlamaları istenen grup hiç hile yapmamıştı, doğru cevap ortalamaları yine 3,1 idi. Diğer grup para kazanmak için %33 oranında daha fazla söylemişlerdi, doğru cevap ortalamaları 4,1 çıkmıştı. Aslında her iki grubun da yaptıkları hileden yakalanmaları mümkün değilken neden ilk grup hile yapmamıştı? Bu sorunun cevabının rasyonel bir gerekçeye dayanması pek mümkün görünmüyor. Ariely durumu “Herhangi bir ahlaki düşünce kıstasından uzaklaştırıldığımızda doğru yoldan sapma eğilimine giriyorduk. Fakat kışkırtıldığımız anlarda bile ahlak hatırlatıldığında, büyük olasılıkla dürüst oluyorduk” şeklinde açıklıyor. Anlaşılan o ki öyle durumlar var ki, ahlaki normların etkisi insanları kötülükten alıkoyabiliyor. Bu durum rasyonel davranışa aykırı olsa bile.
Ariely’nin yaptığı yukarıdaki deneyde de görüldüğü üzere dini değerlerin hatırlatıldığı insanların hile yapmaya daha az meyilli oldukları ortaya konmuştur. Aynı şekilde, Renneboog and Spaenjers, 2011 dindar ailelerin bir kenara para koyup saklamaya ve daha uzun vadeli düşünmeye diğer ailelere göre daha yatkın olduklarını göstermiştir. ABD’de kullanılan kredi skorlarıyla ilgili de enteresan bir çalışma yapılmıştır. Bilindiği gibi ABD’de insanlara borçlarına olan hassasiyetlerine (kredibilite) göre düzenli kredi skoru verilmektedir. 
Bankalar da kredi başvurusu yapan insanlara yeni kredi verip vermemeye karar verirken bu notlarına bakarlar. Kredi notunuz ne kadar yüksekse o kadar az riskli kabul edilirsiniz. Hess (2012) ise dindarlıkla kredi skorları arasında nasıl bir ilişki olduğunu araştırdı ve ilişkinin pozitif olduğunu gösterdi. Yani dindar insanların kredi notları diğerlerine göre daha yüksek bulunmuş ve aynı insanların kredi kartı ekstrelerinin de diğerlerine göre daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Bu dindar insanların günün cazibesine daha az kapıldıkları anlamına geliyor.
Budistlerle yapılmış başka bir araştırma ise düzenli meditasyon yapan bu bireylerin kontrol grubuna göre çok daha rasyonel kararlar aldıklarını göstermiştir (Kirk, Downar, & Montague, 2011). Ancak insanlar zaman zaman inandıkları hakikatleri unutabiliyor veya zamanla bunlardan uzaklaşabiliyorlar. Ariely’nin deneyinde de görüldüğü gibi dini öğretilerin gücünden ekonomide de yararlanmak çok akıllıca ve zahmetsiz bir adım olacaktır. Meier ve Sprenger (2010) günün cazibesine kapılan insanların diğerlerine göre çok daha yüksek kredi kartı borcu olduğunu ve daha fazla borçlandıklarını ortaya koymuştur. Dolayısıyla dini öğelerin insanların ekonomik davranışına olumlu etkisi olabilmektedir.
Bu öğretilerin hatırlatılması insanlardaki etik duygusunu harekete geçirecek bu da yolsuzluk, rüşvet adi suçlar gibi suçların toplumda azalmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde bu öğretilerin hatırlatılması
insanların rasyonel karar almasını kolaylaştırdığı için toplumsal olarak daha optimal tasarruf oranları, daha arzu edilir yatırım ortamı yaratacaktır. Ancak bu demek değildir ki, dindar olan herkes daha dürüsttür. Bu çalışmalar sadece dinin dürüstlük üzerine etkisi olduğunu gösteriyor ama sihirli bir değnek gibi her değdiğini dürüst yapıyor demek değil.

(Bu yazı "Ben Bilmem Beynim Bilir" adlı kitaptan alınmıştır.)

10 Ekim 2017 Salı

Ekonomiyi Daha İnsani Hale Getiren Adam

Orhan Erdem


“Sosyal bilimler bilim oldugu kadar sanattir da.” A. Young

Mahallemizde Saniye adında bir teyze vardı. Annemden duyduğuma göre bir gün bir doktor, Saniye teyzeden MR çektirmesini istemiş. İstenilen MR’ın masrafını SGK karşılamadığı için, ücreti cebinden vermesi gerekmiş. Azımsanmayacak kadar para verip MR’ı çektirmiş ve doktora götürmüş. Filme bakan doktor, kendisine hiçbir şeyi olmadığını her şeyin yolunda olduğunu ve üzülmemesi gerektiğini söylemiş. Saniye teyze, doktora şu cevabı vermiş: “Tüh, o kadar da para verdik, boşa gitti, hiçbir şey çıkmadı.”
Hepimiz sinemaya gitmişizdir. Seyrettiğimiz filmlerin bazıları iyi, bazıları ise kötü çıkmıştır. Peki, kötü bir filme denk geldiğiniz zaman ne yaparsınız? Hemen sinemadan çıkar mısınız, yoksa “O kadar para verdim, boşa gitmesin, sonuna kadar oturayım” mı dersiniz? Eğer siz de herkes gibiyseniz, çoğunlukla oturup filmin sonunu beklemek istemiş, muhtemelen de şöyle bir akıl yürütmüşsünüzdür: “O kadar para verdim, boşa gitmesin.” 
Bir de şu örneğe bakın: Varsayın ki bir bilgisayar faresi, mouse, almak için bir mağazaya gittiniz. 20TL’ye bir mouse beğenip ödemek için kasaya gittiniz ve sıraya girdiniz. Sırada beklerken önünüzdeki kişiyle muhabbete daldınız. Siz ona ne aldığını, o da size ne aldığını sordu. 20TL’ye mouse aldığınızı duyan bu kişi, size aynı mouse’un 100 metre ilerideki başka bir mağazada 15TL’ye satıldığını söyledi. 5TL kâr etmeniz söz konusu. Sıradan çıkıp diğer mağazaya gider misiniz? Bu soruya verdiğiniz cevabı aklınızda tutun. Hatta unutmamak için şuraya yazın: Evet mi? Hayır mı?
Cevap: ………………………………
Şimdi de şu senaryoya bakın: Varsayın ki, bir mağazada 2000TL’ye bir bilgisayar beğendiniz ve alacaksınız, kasaya kadar geldiniz ve ödeme sırasına girdiniz. Yine önünüzdeki kişi, aldığınız bilgisayarı görüp, size aynı bilgisayarın 100 metre ilerideki başka bir mağazada 1995 TL’ye satıldığını söyledi. Yine 5TL kâr etmeniz söz konusu. Öyleyse, aynı soruyu soralım: Sıradan çıkıp diğer mağazaya gider misiniz? Cevabınızı şuraya yazın: Evet mi? Hayır mı?
Cevap: …………………………..

Muhtemelen iki soruya verdiğiniz cevap aynı çıkmadı, değil mi? Hatta durun tahmin edeyim: Birinci soruya evet, ikinci soruya hayır dediniz. Bu soruları dünyanın çeşitli yerlerinde verdiğim finans derslerinde birçok milletten öğrencilerime sordum. Genel olarak cevap hep böyle çıktı. Birinci soru evet, ikinci soru hayır. Her defasında da birkaç öğrenci seçip sebebini sorup dinledim. Verilen cevaplara hiç yorum yapmadım ve tüm sınıfın dinlemesini istedim. 5-10 dakikalık bir müzakereden sonra öğrencilerimin çoğu verdikleri bu kararın saçma olduğunu, hiçbir açıklama yapmadan kabul etti.  
Davranışsal Ekonomi, klasik ekonominin aksine bu ve benzeri örneklerin istisna değil insanların sıkça yaptığı akıldışılıklar olduğunu söyler. 2017 Nobel Ekonomi ödülünü alan Richard Thaler, bu sorunları ilk tespit edenlerden. 1970 yılından beri klasik ekonomideki rasyonel, akıllıca ve tutarlı hareket eden, insan varsayımına sürekli karşı çıkmış ve insanların sıklıkla akıldışı davrandığını yaptığı deneylerle ortaya koymuştur. Bunlardan en bilinenlerinden bir tanesi de "batık maliyet" kavramı. Thaler "MisBehaving (Yanlış Davranışlar)" kitabında bir arkadaşının kızına aldığı yeni elbisenin hikayesini anlatır. Arkadaşı, 6 yaşındaki kızı Cindy okulda giysin diye bir elbise almıştır ama Cindy yeni elbiseyi giymek istemez ve eski elbiselerle okula gitmek ister. Arkadaşı da Cindy’ye her anne babanın dediği gibi: "O kadar para verdik, boşa gitmesin, neden giymiyorsun?" der. Aralarında anlaşamayınca komşuları Thaler`ı hakem seçerler. Thaler da arkadaşına bunun bir hata olduğunu anlatmayı dener. Giden gitmiştir. Elbiseye verilen parayı kurtarmanın bir yolu veya anlamı yoktur. Giyse de para gitti, giymese de. Kızı başka yeni bir elbise alınmasını istemiyorsa-ki istemiyor- bu durumda parayı kurtarmanın bir anlamı yoktur. Thaler`in tavsiyeleri pek ise yaramaz. 
İnsan o kadar enteresan bir varlık ki, bir konunun uzmanı olmak bile seni o konu hakkında hata yapmaktan kurtaramıyor. Nitekim Thaler de yıllar sonra benzer bir hataya düşer. Önceden parası verilmiş bir tatile, bu sefer de kendi kızı gitmek istemez. Çünkü bir arkadaşının yaş gününe denk gelir. Thaler da kızına aynı “o kadar para verdik, boşa gitmesi” cümlesini kurunca, küçük kızından bir ekonomist cevabı alır: “Batık maliyeti kurtarmanın bir anlamı yoktur. Giden gitmiştir.”
Thaler, bu isin sadece bireysel düzeyde kalmadığını bazen devletlerin de büyük karar hatalar yaptığını soyluyor. Mesela, kitabında ABD`nin Vietnam savaşını bu kadar uzun sürdürmesinin sebebini savaşa çok yatırım yapmış olması ve bu sebeple vazgeçememesi olduğundan bahsediyor.
Thaler birçok araştırmasını aile ziyaretlerden edindiği intibalarla yaptığını söylüyor. İnsanları anlamak için onlarla konuşmak gerektiğinden bahsediyor ve Adam Smith`in ekonomiyi anlamak için yaptığı iğne fabrikası ziyaretlerini örnek veriyor. Fildişi kulelerden insanların anlaşılamayacağını vurguluyor. O sebeple Thaler Nobel ödülünü aldığında bir arkadaşı onun için, "ekonomiyi daha da insani hale getirdi" dedi.
İnsanların akıldışılıkları hayatimizin her yerinde ancak ekonomi kitaplarında pek yer almıyor. Birisinin bunu bize göstermesi gerekiyordu. Teşekkürler Thaler...



9 Ekim 2017 Pazartesi

Davranışsal Ekonomi Nedir?


Orhan Erdem- Rockford University, IL

2017 Nobel ekonomi ödülü, davranışsal ekonomi alanında çalışmalarıyla bilinen University of Chicago'dan Prof. Richard Thaler'a verildi. Bu yazıda sizi davranışsal ekonomi hakkında biraz bilgilendirmek ve ilgilenenler için çeşitli okuma tavsiyelerinde bulunmak istiyorum.

Davranışsal Ekonomi, insanların normal olduğu varsayımı üzerine kuruludur. Diyeceksiniz ki bunu herkes bilmiyor mu? Öyle değil, açıklayayım: Klasik manada ekonomi, insanların rasyonel olduğunu varsayar. Yani insanlar bir karar verirken, hesap-kitap yaparlar, olası sonuçları en ince detayına kadar incelerler ve genellikle çok doğru ve tutarlı kararlar verirler. Bir örnek vereyim: Kredi kartları. Klasik ekonomiye göre, herkes kredi kartı alırken ne kadar geliri olduğunu bilir. Dolayısıyla kaç tane kredi kartı alması ve her ay ne kadar harcaması gerektiğini hesaplar ve ona göre hareket eder. Ancak, hepimiz biliyoruz ki, birçok insan bunu yapsa da ortalık binlerce bu hesabı yapmayan insanla doludur. Bu sebeple onbinlerce kredi kartı mağduru vardır ve yıllardır bu sorunu nasıl çözeceğimizi tartışırız. 

Davranışsal ekonomi, insanların normal olduğunu bazen doğru yapıp bazen hatalar yaptığını, bu sebeple ekonomik ve finansal kararlar alırken dikkatli davranmamız gerektiği söyler. Çok detaya girmeden ilgilenenler için başka bazı yazı, video ve kitap tavsiyesinde bulunmak istiyorum.

Önce, bu blogdaki yazılardan başlayabilirsiniz:

  1. Ne Kadar Rasyoneliz?
  2. Kararlarımızı Etkileyen Faktörler


Kitaplar
Konuyla ilgili Türkçe kaynak bulmak oldukça sıkıntılı ama tespit ettiğim, okuduğum ve tavsiye edeceğim kitaplar şunlar:

Başlangıç
  1. Akıldışı ama Öngörülebilir (Dan Ariely): Bu alanda Türkçeye çevrilmiş ilk kitap. Herkesin anlayacağı dilden “rasyonel düşünce nedir ve neden sorunludur?” üzerine hikayelerle dolu. Konuyla yeni ilgilenmeye başlıyorsanız, ilk önce Ariely’nin kitaplarından başlamalısınız.
  2. Dürüst Olmamanın Ardındaki Dürüst Gerçek (D. Ariely): Bu alanda en çok Türkçe kitap Ariely’ye ait. Hepsi birbirinden güzel ve dili akademik değil. Herkese göre yazılmış, anlaşılabilir bir kitap.
Orta seviye
  1. Boşa Gitmesin (Orhan Erdem): Konuyla ilgili yazılmış birkaç nadir Türkçe kitaptan bir tanesi. Konu hakkında bilgi sahibi değilseniz, okuyabileceğiniz bir kitap. Sadece ekonomi değil, davranış bilimlerine ait genel bir perspektif anlaşılabilir bir dille sunuluyor. Dünya tarihinin en zengin zaman diliminde yaşamamıza rağmen neden bu kadar borçluyuz? Neden kredi kartıyla normalden daha fazla harcama yaparız? gibi gunluk hayattan sorularin karsiligini bulabilirsiniz. 
  2. Bolluk Paradoksu (B. Schwartz): Seçim yapmak zorunda olduğumuz herşeyle ilgili seçenek bolluğu yaşıyoruz: Kıyafet, araba, telefon, iş, eş vs... Ancak bir psikolog olan Schwartz'a göre seçenek bolluğu bize fayda değil zarar getiriyor. Bu kadar çok seçenek insanlara zarar veriyorsa neden insanlar bazı seçenekleri ihmal ederek yoluna devam edemiyor? Cevabı bu kitapta.
Ileri düzey

  1. Hızlı ve Yavaş Düşünme (D.Kahneman): Amazon tarafından en çok satılan ama en az okunan kitap seçilmiş. Yazarı 2002 Nobel Ekonomi ödülü sahibi psikolog ve bu alandaki en çok referans verilen araştırmaların sahibi. Araştırmalarını bizzat kendisinden okuyabilirsiniz. Biraz ağır ama konu hakkında biraz bilgi sahibiyseniz okuyabileceğiniz en iyi kitap.
  2. Akıllı İnsanların Mantıksız Kararları (R. Thaler): Richard Thaler davranissal ekonominin kurucularindan kabul edilebilecek bir isim. Thaler, bu kitapta, davranissal ekonomiyi hatiralari ve yasamiyla birlestirmis. Gayet anlaşılır ve hikâye tadında okunabilir kitap. Daha önce Sunstein ile beraber yazdığı Nudge (Dürtme) adlı kitap web sitelerinde çokça tavsiye edilse de tavsiye edilecek derecede güzel ve okunabilir değil.
  3. Hayvansal Güdüler (G.Akerlof ve R.J. Shiller): Biraz akademik ama güzel bir kitap. Iki yazarı da Nobel sahibi. Ayrıca konuyla ilgili olarak benim de yazdığım bir kitap var, beğenebileceğinizi umuyorum. 

Videolar


1. Dan Ariely: Kararlarımızı Biz mi Veriyoruz? (Türkçe Altyazılı)


2. Daniel Kahneman: Kahneman aslında ekonomist değil, psikolog. Ama artık bildiğiniz gibi davranışsal ekonominin önemli bir parçası psikoloji.

Mutluluk ve Hafıza

Bulabildiğim bazı bloglar da şunlar, inceleyebilirsiniz:

1.  Davranissal İktisada Giriş
2.  Davranışsal İktisat Nedir?

4 Ağustos 2017 Cuma

100 Yıllık Hikaye

100 Yıl Önceki Güneş Tutulması Ekonomi Bilimini Nasıl Etkiledi?
Bundan yaklaşık 100 yıl önce yine bir güneş tutulması zamanıydı: 1919 yılı Mayıs ayı.   Sir Arthur Eddington önderliğinde bir grup bilimadamı o tarihlerdeki güneş tutulmasını izlemek için Afrika’nın güneyindeki Principe adalarına, Charles Davidson önderliğindeki başka bir grup bilimadamı da Brezilya’ya doğru İngiltere’den yola çıktılar.


Doktorasını aldıktan sonra iş bulamamış, bir süre patent ofisinde memur olarak çalışmış, buradaki boş zamanlarında uzay hakkında teoriler üretmiş bir akademisyen, o gün hâkim olan fizik teorisine çok aykırı bir şey söylüyordu: Buna göre ışık Güneş gibi çok büyük kütlelerin yanından geçerken, kütleye doğru bükülüyor, bize bükülerek geliyordu. Bunun anlamı şuydu: Yıldızlar aslında bizim onları gördüğümüz yerde değildi.
Bu bilimadamının iddialarının doğru ya da yanlış olduğunu görmenin en iyi yolu güneş tutulması zamanını beklemekti. Bilimadamının hesaplarına göre, yakında Güneş Boğa yıldız kümesi ile dünyanın arasına girecek ve yıldız kümesinden gelen ışıklar dünyaya bükülerek gelecekti. Güneş tutulması geçtiğinde ise bükülmeden gelecekti. Dolayısıyla, yıldız kümesinin hem Güneş tutulması esnasında hem de bir süre sonrasında fotoğraf çekilse, iki fotoğrafın karşılaştırılması bu teorinin doğru olup olmadığını ortaya çıkaracaktı. 




Teoriyi ortaya atan bilimadamının teorik hesaplamalarına göre iki görüntü arasında 1.7 arksaniyelik (1 arksaniye bir derecenin 3600’da biri) fark olmalıydı. Newton fiziğine göre ise bu tam bir saçmalıktı. Newton fiziğine göre ışığın düz hareket eden, herhangi bir kütleden etkilenmeyen bir yapısı vardı. Dolayısıyla, hangi yıldızın fotoğrafı ne zaman çekilirse çekilsin, yıldız aynı yerde görünmeliydi. Ne görüyorsak tam olarak yerli yerinde görüyorduk. 
Şimdi, dünyanın iki farklı yerinden iki farklı ölçümleme yapılacak ve bu bilimadamının iddiası test edilecekti. Güneş tutulması sona erdiğinde Avrupa’nın önemli fizikçileri nefesini tutmuş, Brezilya’dan ve Afrika’dan gelecek haberi bekliyordu. Yaklaşık 4-5 ay sonra Afrika’dan ilk haber geldiğinde bilim dünyası şoktaydı: İki görüntü arasında 1.61 arksaniye fark vardı. Gözler Brezilya’ya döndü. Birkaç gün sonra oradan da haber geldi: 1.98 arksaniye. Ölçüm hataları hesaba katıldığında bu bilimadamının dedikleri doğru çıkmıştı. Adam, oturduğu yerden uzayda olanları inanılmaz netlikte tahmin etmişti.
Ertesi gün The Times’ın manşeti şöyleydi: “Bilimde Devrim. Kâinatın Yeni Teorisi. Newton’un Fikirleri Çöpe Atılıyor”. Birkaç gün sonra haber, Amerika’ya ulaştığında New York Times da şöyle manşet atmayı tercih etmişti: “Einstein’ın teorisi galip geldi.” Evet o adam Einstein’dı.Einstein 1905 yılından itibaren rölativite teorisi üzerinde çalışıyor, ışığın Güneş gibi büyük cisimlerin yanından geçerken büküldüğü düşünüyordu. Ancak bunu ispat etmek için bizim bildiğimiz klasik (Öklit) geometrisi yeterli değildi. Çünkü bükülen bir şeyi anlamak için 3 boyutlu geometriye ihtiyaç vardı.
Einstein, üç boyutlu geometri bilgisine sahip değildi ama neye ihtiyacı olduğunu biliyordu. Dünyada bu işi bilen insanlar vardı ve aklında var olan teoriyi ispatlamak için onlara ulaşması gerekiyordu. Yaptı da. İşe, Alman matematikçi Gauss’un kitaplarını okumayla başladı. Sonra üç boyutlu geometrinin temellerini atan Bernhard Riemann’ın kitaplarından üç boyutlu geometriyi öğrendi. Başka bir matematikçi olan Grossmann’la yaptıkları çalışmalar sonucunda da büyük teorisini ortaya atmış oldu. Einsten’ın genel rölativite teorisi, o zamana kadar geçerli olan Newton fiziğini yerle bir etti. 
Bilimde matematik kullanmanın inanılmaz çok faydası vardır. Ancak onun da limitleri vardır. Meselâ, insan psikolojisini matematikle modellemek kolay olmaz. Çünkü insanın kendisi tutarlı değildir ki tutarlı bir şekilde modellensin.  
Matematiğin fiziğe yaptığı bu katkı o yıllarda birçok bilim dalını etkiledi. Herkes matematik kullanmanın büyüsüne kapıldı. Öyle ya, Einstein gibi bir fizikçi tüm fizik kurallarını matematik kullanarak altüst etmişti. Böyle bir devrim kimi etkilemez ki? Tabii ki ekonomiyi de etkiledi. Sonuçta, üretim, tüketim, harcama vs. hepsi rakamlarla ifade edilen değerlerdi. Ekonomide matematiğin kullanımı daha önceki yıllarda başlamış olsa da daha yoğun ve ağır kullanımı bu yıllara denk gelir. Einstein ve diğer başka büyük fizikçilerin matematiği kullanarak elde ettikleri başarı ekonomistleri de etkilemiş olacak ki, matematiksel modeller ekonomide yerini almaya bu yıllarda başladı. Ekonomide matematik kullanımına bir itirazım yok, tam tersine büyük faydası olduğunu düşünüyorum. Ancak bu matematikselleşme, beraberinde mekanik bir düşünce yapısını getirdi.
İnsanın rasyonel olduğu, tutarlı hareket ettiği gibi birçok varsayım ekonomik modellerde yer almaya başladı. Bunlarda bir tanesi dikkate değerdir mesela. Beklenen Fayda Teoremi. 1947’de ortaya atılan bu teoriye göre insanların tercihlerinin matematiksel karşılıkları vardır ve insanlar tercih yaparken, tercihlerini bu rakamlara (beklenen fayda) göre kıyaslar ve hangisinin beklenen faydası yüksekse onu tercih eder. Meselâ, okyanusta yüzmek veya evde ders çalışmak seçeneklerimiz olsun ve yüzmekten beklenen faydamız 40 birim, ders çalışmaktan beklenen faydamız 30 birim olsun. Bu durumda yüzmek bize daha çok fayda sağladığı için, yüzmeye karar veririz. Yani, insanlar geleceğe ait bir karar verirken, hep bir matematik hesabı yaptığı varsayılır. Önce tercihlerine olası riskleri de hesaba katarak bir matematiksel karşılık atayıp, sonra bunları kendi aralarında sıralayıp, en yüksek rakamı veren seçeneği tercih ederler. 
Evet bildiniz. Bu teoriyi ortaya atan iki kişiden birisi matematikçiydi: Von Neuman. Von Neuman, sıradan bir matematikçi değildi. İnanılmaz bir bilimadamıydı. Matematikten fiziğe, ekonomiden istatistiğe birçok bilimdalına önemli şeyler kazandırmıştı. Güçlü matematik altyapısıyla birçok alanda söz sahibiydi. Sonradan pişman oldu mu bilinmez ama atom bombasını hazırlayan bilim adamlarının arasında en önemli kişilerden biriydi. Projenin tıkandığı yerlerde, yaptığı matematiksel modellemelerle inanılmaz çözümler sunmuş ve atom bombasının yapımını sağlamıştı. Bir ekonomist olan Morgenstern ile kafa kafaya vererek (Einstein’e yardım eden Grossmann gibi) geliştirdiği bu teori de yakın zamana kadar ekonomide sıklıkla kullanıldı.
Image result for john von neumann
John Von Neumann ve IAS bilgisyarı (Kaynak: pinterest.com)
Her ne kadar kendi içerisinde tutarlı ve akla yatkın gibi dursa da normal hayatta bu hesabı kaç defa yaptığınızı ve kaç defa tutarlı davrandığınızı düşünürseniz, rasyonel insan varsayımının ne kadar geçerli olduğunu anlarsınız. Rasyonel insan düşüncesinin işe yaradığı birçok yer vardır, tamamen hata değildir. Ancak işe yaramadığı yerler olacağı da aşikardır. Bir insanın bazen hata yapacağı, bazen duygusal olacağı elhasıl, sürekli rasyonel davranmayacağı açıktır. Ancak bunun açıkça ilan edilmesi, insanın mekanik olmayan bir varlık olarak ele alınması için başka bir güneş tutulması gerekiyordu.



Bu yazı henüz yayınlanmamış olan yeni kitabımdan alıntıdır.

25 Haziran 2016 Cumartesi

Brexit Referandumu Üzerine: Oy Vermek Neden Rasyonel Değildir?

Birleşik Krallık'taki seçim sonuçları tüm dünyayı şok etti. İngiliz sterlini son 35 yılın en düşük seviyesine düştü, borsalar çakıldı, merkez bankaları ne yapacağını bilemez durumdalar vs. 
Seçim sonrasında  Google Trends'in yayınladığı bir rapora göre ise seçimlerden sonra Google'da en çok aranan sorular şunlar:

En çok aranan ikinci sorunun " Avrupa Birliği (AB) nedir?" sorusu olduğunu söyleyip yorumu size bırakıyorum. Duygusallık (ve belki biraz milliyetçilik) ile ekonominin kavgası olarak görülen bu referandumda görünen o ki duygusallık kazandı. ABD'de seçim öncesinde de benzer bir duygusallık/popülizm aldı gidiyor. Şimdi birçok Amerikalı'nın korkusu ABD'deki seçimleri popülist ve milliyetçi görüşleriyle bilinen Trump'ın kazanması.
B. Krallıkta'ki seçim sonuçları tüm dünyada öyle şaşkınlığa sebep oldu ki, insan kendine şu soruları sormadan edemiyor?
1. Oy vermek rasyonel olmamasına rağmen insanlar niye oy verir?
2. Her zaman istediğimiz kişiyi/partiyi mi seçeriz?
3. Milyonların katıldığı seçimler manipüle edilebilir mi?

Uzatmadan, bu konu üzerine eski bir yazımı (Ben Bilmem Beynim Bilir adlı kitaptan) burada ilginize sunuyorum:



Oy Vermenin Dayanılmaz Hafifliği ya da Sadece Mantığı



Oy vermek dünyanın en irrasyonel davranışlarından biridir. Düşünsenize evden çıkıyorsunuz, oy verme mahaline -ki bu genelde okul oluyor- gidiyorsunuz, oy pusulasında (eğer yanınızdaysa tabi) yazılı olan sınıfı katları gezerek arayıp, bulup orada sıraya giriyorsunuz. Eğer şanlıysanız birisiyle tartışmadan sıranız geliyor ve içeri girip oy verip geri dönüyorsunuz. En iyi ihtimalle 1 saat. Ne için? Oy verdiğiniz adayın veya partinin seçilmesi için. Peki, oyunuzun gerçekten ise yarayıp yaramadığınışündünüz mü hiç? Sizin oyunuz, neyi ne kadar değiştiriyor? Düşünseniz iyi olur çünkü sizin oyunuzun matematiksel olarak neredeyse hiçbir önemi yoktur.
Bir örnek verelim: Sadece Ahmet ve Mehmet diye iki aday ve Türkiye’de olduğu gibi yaklaşık 40 milyon seçmen olsun. Sizin oyunuzun işe yaraması yani belirleyici olması için oyların adaylar arasında eşit dağılması ve sizin oyunuzun adayı belirleme ihtimalinin olması gerekir. Böyle bir durumda, yani oyların eşit dağıldığı bir durumda Ahmet’e oy verirseniz Ahmet, Mehmet’e oy verirseniz Mehmet seçilir. Yukarıda anlatıldığı gibi 40 milyon seçmende oyların eşit dağılma ihtimali ise 0,0001’dir. Yani, sizin oyunuzun işe yarama ihtimali tam olarak onbinde birdir. Yok denecek kadar az. Matematik kitaplarında bu sonuç ihmal edilir ve sıfır denip geçilir.
Türkiye’de resmi raporlara göre 2013 yılında trafik kazalarında ölen veya yaralananların 300 bin kişi olduğu düşünülürse, oy vermeye giderken bir trafik kazası geçirme olasılığınız, seçim sonucunu etkileme olasılığınızdan daha yüksektir. Oy vermenin altında rasyonel olmayan başka sebepler olmalıdır. Bunların neler olduğunu bir sonraki bölümde değineceğiz.
O veya bu nedenle oy veririz. Buna kimsenin itirazı yok ancak oy vermenin rasyonel olmadığı aşikâr. Hatta bu, birçok sosyal bilimcinin üzerinde çok konuştuğu ve tartıştığı mevzulardan biri olagelmiştir. Bu konu, sistemler ve sistemlerin düzgün işlemesi açısından ülkeler için de önemli bir konu olmuş ve insanların oy vermeye motive etmek için çeşitli politikalar üretilmiştir. Bu amaçla birçok ülkede seçim katılımlarını artırmak için değişik yollara başvurulmaktadır. Bunların bazısı cezai müeyyidelere başvurmayı yeğlerken bazıları ise teşvik edici politikalarla katılımı artırmaya çalışmaktadır. Örneğin, Türkiye, Yunanistan, Şili ve Avustralya gibi ülkelerde seçime katılmamak bir para cezasını gerektirirken, İtalya’da seçime katılanların ulaşım maliyetlerinin bir kısmı karşılanarak insanlar bir nevi teşvik edilmektedir.[i]
Politikacılar ise daha başka yollar denemektedirler: İnsanları oy vermeye itici konularda provoke etmek veya tahrik etmek. Herhangi basit bir konunun siyasiler arasındaki tartışması vatan hainliği suçlamasıyla bitebilir. Vatan hainliği, ülkenin bölünmez bütünlüğü, rejimin yapıtaşları gibi kavramlar çok sık tahrik amacıyla kullanılır. Çünkü müşterisi çoktur. 2-3 bin kişiyi değil milyonları aynı anda tahrik eder. Bu kitabın değişik bölümlerinde de anlatıldığı gibi insanlar tahrik altında mantıklışünmezler beyinleri otomatik hareket eder. İnsan beyni bu tür durumlarda otomatik kararları alan bölgelerini kullanarak düşünmeden karar verirler. Yani en kolay seçenek neyse ona yönlenirler. Vatanın korunması akla çok yatkın ve düşünülmemesi gereken bir kavram olduğu için insan beyinleri bu konuda kandırmak çok kolaydır. Beyni de rahatlatır. Düşünmeye gerek bırakmadan insanların karar almasını kolaylaştırır. Zaten beynimizin de işine gelir. Futbol kulübü yöneticileri de bunu sıklıkla yaparlar. Mesela, “Futbol Federasyonu Başkanı’nın karşı takımı tuttuğu” çok basit, müşterisi çok olan ve beyni yormayan bir argümandır. Hiç kimse bir Federasyon Başkanı’nın herhangi bir takıma karşı niye önyargılı olması gerektiğini düşünmez. Taraflı bir Federasyon Başkanı beyni o kadar rahatlatan bir argümandır ki inanamazsınız. Onlarca garip ve anlaşılmaz olayı anlaşılır hale getirir: Hakem hataları (Federasyon her maça taraflı hakem atar), saha kapama gibi cezaları (takımın hiçbir suçu yoktur, Başkan o takıma takmıştır) vs. Bütün bu argümanlara inanan kitleler futbol maçlarında hayatta yapmayacakları çılgınlıkları, taşkınlıkları yapıyorlar. Çünkü bu kadar tahrike kapılmış beyinlerin mantıklı iş yapmaları pek mümkün değildir.



[i] Aleskerov vd.s 29.
Bu yazı “Ben Bilmem Beynim Bilir” adlı kitaptan alınmıştır. (Mediacat Yayınları, 2. Baskı; s. 207)

Dini Hatırlatmalar Ne Kadar İşe Yarar?

Duke Üniversitesi ekonomi hocalarından ve ABD’de en çok satanlar listesinde uzun süre kalan Predictably Irrational (Akıldışı ama Öngörül...